28 июля 2016 г.

Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı Özafşar, darbe girişimiyle ilgili açıklamalarda bulundu…

 

 

Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı Özafşar, darbe girişimiyle ilgili açıklamalarda bulundu…

Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Mehmet Emin Özafşar, TRT Diyanet’te canlı yayınlanan “Gündeme Dair” programında 15 Temmuz Gecesi yaşanan FETÖ/PDY darbe girişimi ve devamında gelişen olaylarla ilgili değerlendirmelerde bulundu.

Türkiye’nin önemli günlerden geçtiğini belirten Başkan Yardımcısı Özafşar, Türk milletine ‘Geçmiş olsun’ dileklerinde bulunarak, “Milletimize geçmiş olsun diliyorum.  Türkiye'nin seçilmiş hükümetine, Cumhurbaşkanına, Millet Meclisi'ne, Genelkurmay Başkanımıza, silahlı kuvvetlerimize, Emniyet Kuvvetlerimize ‘geçmiş olsun’ diyor, şehitlerimize Cenabı Haktan rahmet diliyorum. Gazilerimize şifalar diliyorum” dedi.

15 Temmuz gecesinin milletimiz açısından en uzun, en kaygılı ama aynı zamanda milletimizin tarihi açısından en onurlu, en şerefli gecesi olduğunu vurgulayan Özafşar, “Kaygının, korkunun yaşandığı gecede, milleti millet yapan cesaretin, şecaatin, asaletin nasıl tecelli ettiğini de görmüş olduk. Allah'a hamdolsun milletimiz hukukuna sahip çıktı” şeklinde konuştu.

Darbelerin, hukukun engellemesinin, özgürlüklerin kısıtlanmasının adı olduğuna işaret eden Özafşar katıldığı televizyon programında şu hususların altını çizdi;

“Darbe teşebbüsü, milletimizi sağlam ve dirayetli duruşu sayesinde akim kalmıştır…”

Darbe milletin maslahatına olan bir şey değildir.  Darbeler acının, gözyaşının, ıstırabın, hüznün adıdır. Darbeler hukukun engellemesinin, özgürlüklerin kısıtlanmasının, baskının, şiddetin adıdır. Orduyu ele geçirmeye çalışan FETÖ/PDY’nin asker içerisindeki uzantılarının güç kullanarak öncelikle ordu kademesini alaşağı ederek komuta kademesini rehin tutup orduyu ele geçirmek, arkasından anayasal rejimi değiştirerek seçilmiş meşru hükümeti görevinden uzaklaştırarak yönetime el koyma teşebbüsüdür. Gayr-ı meşru teşebbüstür. Allah'a hamdolsun ki akim kalmıştır, başarısız olmuştur. Milletin ve silahlı kuvvetlerimizin sağlam duruşu, dirayetli duruşu kendisine yetki verilen siyasi rehberliğin, hükümet idaresinin kararlı duruşu ve milletin cesareti sayesinde akim kalmıştır.

“Türk Milletinin engin sağduyusu, cesareti, basireti ve yürekliliği altı çizilmesi gereken bir husustur…”

Türk Milletinin engin sağduyusu, cesareti, basireti ve yürekliliği altı çizilmesi gereken bir husustur. Milletimizi millet yapan değerlerin içerisinde tarih boyunca milletimize manevi rehberlik yapmış olan unsurların rolünü dikkatten kaçırmamak lazım. Bu necip millet, tarih boyunca her ortamda milletin bekası, dini, devleti için; milletin huzur ve sükûnu için her zaman üzerine düşen vazifeyi yapmıştır. Nasıl ki Kurtuluş Savaşı verilirken, Milli Meclis kurulurken, yeni bir Cumhuriyet kurulurken, bağımsızlık savaşı verilirken, milletin manevi rehberleri üzerine düşen görevi yapmışsa bugün de milletin iradesine ve hukukuna sahip çıkma söz konusu olunca milletin değerlerini kendisine hatırlatarak yine onların yanında yer almıştır. O gün Diyanet İşleri Başkanımız Prof. Dr. Mehmet Görmez yaptığı açıklamada, milletin hukukuna sahip çıkmanın en yüksek dini vecibe olduğunu, aynı şekilde cebir ve şiddet kullanarak meşru idarenin, anayasal düzenin bozulmasının asla kabul edilemeyeceğini, şiddetle ve önemle vurgulamıştır. Aynı zamanda bütün teşkilatımız harekete geçerek bu meşum durum karşısında milletin yanında nasıl yer alacağımızı değerlendirerek hiçbir şiddete başvurmadan, halkın hayatına sebep vermeden, milletin vicdanını temsil eden camilerin ve minarelerin milletin hukukuna sahip çıkması konusunda bir aracı unsur olarak kullanabileceği yönünde bir irade ortaya çıkmıştır. Hamdolsun din görevlilerimiz, müftülerimiz, imamlarımız, bütün teşkilatımız bu süre içerisinde, yakın tarihimizin en uzun kâbus gecesinde şiddetin ve kaygının zirve yaptığı ama aynı zamanda kıvancın ve onurun da ona karşılık geldiği, milli onurun şahlandığı o gecede, milletin manevi rehberliğini yapan teşkilatımız, din görevlilerimiz milletle beraber olmuştur.

“Salalar tarih boyunca bize mutlak özgürlüğü hatırlatan simgesel unsurdur…”

Tarih boyunca salalar bize ebediyeti hatırlatan, Allah'ı hatırlatan ve dolayısıyla mutlak özgürlüğü hatırlatan bir simgesel unsurdur. Resûlullah Efendimizin ismini yâd ederek, onun maneviyatını içimizde hissetmemizi sağlayan bir unsurdur. Dolayısıyla salayı duyduğu anda insanlar hakikaten içlerinde taşıdıkları manevi coşku harekete geçmektedir. Özgürlüğe, bağımsızlığa, hukuka sahip çıkma duygusu zirve yapmaktadır. Milletimiz salalar verildiği andan itibaren hakikaten hukukuna sahip çıkmak, anayasanın kendilerine verdiği millet iradesinin tecelli ettiği milleti meclise sahip çıkmak, meşru yönetimin, anayasal düzenin sağlanması, kamu düzeninin, özgürlüklerin, hukukun korunması, bu temel ve zaman üstü değerleri kurtarmak için geçmiştir. O gece okunan salaların böyle bir manevi ve vicdani etkisi olmuştur. Salaların sembolik anlamı var.

“Demokratik ve şeffaf olmayan, hesap vermeyen yapılar her zaman istismar unsuru olabilir…”

Milletimizin din duygusu çok yüksek. Dolayısıyla din istismarına çok rahat kapılabiliyor. Yani bu yapılar içerisinde pek çok masum, samimi insanlar, servetini seferber eden insanlar var. Hayır ve din duygusu çok yüksek olan bu insanlar, çocuklarını dünyanın bir takım aldatmalarından kurtarmak istiyor. Terbiyeli, ahlaklı olsun istiyorlar. İyi bir eğitim alsın istiyor. Bütün buna benzer şeyleri kendisine sunan yapılara da çocuklarını teslim ediyorlar. Teslim de edildiler. Bu çocukların çoğu aldatıldı, kandırıldı yahut istismar edildi. Bugün bunun acılarını toplum olarak çekiyoruz. Burada hepimize sorumluluk düşüyor. Dolayısıyla burada meşruiyeti olmayan, şeffaf olmayan, denetlenemeyen, hesap veremeyen yapılara ne mali imkânlarını, ne evlatlarını ne de vicdanlarını teslim etmemeleri gerekiyor. Açık olmayan, demokratik olmayan, şeffaf olmayan, hesap vermeyen yapılar her zaman istismar unsuru olabilir. Buna karşı toplum olarak bilincimizi yükseltmek mecburiyetindeyiz.

“İslam dünyası içerisinde Türkiye yeganedir…”

Türkiye modern zamanları yakalamış, kendisini güncellemiş ve eğitimde, üretimde, kurumsallaşmada, dünyayla bütünleşmede belli bir seviyeyi yakalamıştır. Öyle anlaşılıyor ki, Türkiye de bir üçüncü dünya ülkesi gibi olsun, Türkiye de istikrarsız, yönetimi belli olmayan, yarını belli olmayan bir yapıya bürünsün, Türkiye de halkın iradesi değil milletin kendi kendisini yönettiği bir irade değil daha baskıcı totaliter bir ortam olsun ki doğrudan o ülkeyi kontrol etmek kolay olabilsin düşüncesindeler. Ama ne Anadolu insanının tarihine ne seciyesine ne karakterine ne de 20. Yüzyılda ortaya koyduğu şecaate ve performansa uyan bir durum değildir. Türkiye medeni bir ülkedir, Türkiye anayasal düzeni kurmuştur. Türkiye'de milli irade mecliste tecelli eder. Türkiye'de siyasal meşruiyetin, toplumsal meşruiyetinin yegane adresi Milli iradedir. Milleti millet yapan değerlerdir ve bunlar tescillenmiştir. Dolayısıyla bu iradeden ortaya çıkan anayasa belirleyici unsurdur. Anayasanın tayin ettiği benimsediği anayasal kurumlar Türkiye'de meşruiyetini bu anayasadan ve bu milli nereden alırlar. Şimdi bunu değiştirmeye çalışmak, bunu geri döndürmek Türkiye'yi geriye götürmek demektir. Türkiye'yi komitacıların egemen olduğu, cuntacıların egemen olduğu, çıkar şebekelerin egemen olduğu bir eski dünya ülkesi haline getirmektir. Milletimiz buna müsaade etmeyecektir.